O yazımızı okuyanların, aklından şu geçmiştir mutlaka: “Yahu Hüseyin Erkan! Bir insan, 61 yıl önce yapılmış bir toplantıda konuşulanları, böyle kelimesi kelimesine nasıl anımsar?
Bir değil, iki değil, üç cümle değil; koskoca bir paragraf… Velev ki bu konuşan Karabekir Paşa bile olsa!.. Senin aklını aldı mı bunu?”
Önce şunu söyleyeyim ki, böyle bir soru sormakta çok haklısınız. Yerinizde olsam ve Sayın Çağlar’ın o yıllarda bir “Hatıra Defteri” tuttuğunu bilmesem, aynı kuşkuyla, aynı soruyu sorardım ben de.
“Kapatıldığı tarihten 61 yıl sonra, bu kurumda eğitim görmüş ve daha sonra çeşitli yüksekokullarda ve üniversitelerde eğitimini sürdürüp 4 üniversitede öğretim üyeliği ve yönetim görevleri üstlenen bir akademisyen olarak yaptığım değerlendirmelere göre Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, en iyi eğitim ve öğretim kurumları arasında yer almaktadır.” diyebilen bir bilimadamı var karşımızda.
1927’de Gaziantep’in Burç köyünde doğan Prof. Çağlar, bu anısını kaleme aldığında 81 yaşındadır ki, bile bile yalan ve yanlış yazması için hiçbir neden yoktur.
Anlaşılan odur ki, Karabekir 16 Kasım 1947 Pazar günü, Yüksek Köy Enstitüsü öğrencilerini uyarmak için geliyor Hasanoğlan’a. Birçok kişide yerleşmiş önyargının aksine, çok bilinçli bir Paşa… Ne diyor bakın:
“-Sizlerle övünüyoruz. Ama burası için herkes bizim gibi düşünmüyor. Recep Peker hükümeti programında, “Köy Enstitülerinde millî duyguları kuvvetlendireceğiz” diyor. Akıllı olun. Kaleyi içten yıkmalarına yardım etmeyin!”
TBMM Başkanı olarak daha başka ne desin bu insan? Hasan-Âli Yücel’in yer almadığı yeni kurulan Recep Peker hükümetinin bu okullar hakkındaki niyetini açıklayıp “Onların ekmeğine yağ sürerek işlerini kolaylaştırmayın. Kaleyi içten fethetmelerine yardımcı olmayın” demek istiyor.
Prof. Çağlar’a bırakmak istiyorum, sözü ben yine:
“Biz o zaman, derneğe seçilmiş olan hiçbirimizin haberi olmadan, kimin, ne zaman, nasıl, kimlere verildiğinden bilgimiz olmayan bu korkunç haberle uyarılmış ve uyanmıştık. Emekli General Kâzım KARABEKİR gelip bizi gerçek bir devlet adamı ve vatanın kurtulmasında büyük emekleri olan bir büyük insan olarak uyarmasa idi, kör dövüşüne devam edecektik.
(…) Ama vakit çok geçti. Çünkü aynı liste Millî Eğitim Bakanına, Millî Emniyet Teşkilatlarına, Millî Savunma Bakanlığına, Genelkurmay Başkanlığına da verilmişti.
Bu iftira, o zaman kuruma en büyük leke kendi bağrından çıkan, adını sanını, cinsini cibilliyetini bilemediğim Yüksek Köy Enstitüsü mezunlarından üç veya dört kişi tarafından atılmıştı. Keşke o listenin altında, verenleri adları ve imzaları ile görebilseydim. Bugün onları ismen yazarak teşhir etmekten gurur duyardım.”
Karabekir’le yapılan bu toplantıdan sonra, dernek başkanı Nurettin Aşıkhan, Bşk. Yrd. Ali Güleç, Okul Md. Fevzi Ertem, Eğitimbaşı Recep Gürel ve dernek denetçileri birlikte toplanırlar. O listeyi kimin niçin hazırlayıp gönderdiği sorusuna cevap ararlarsa da kimse kesin bir şey söyleyemez:
“Yazının bir yıl evvel dernek başkanlığı yapmış ve dernekte görev almış birileri tarafından hazırlandığı ve yetkili makamlara verildiği kanaatine vardık.” diyor Prof. Çağlar. Ve özellikle şöyle demek mecburiyetini de duyuyor:
“Yüksek Köy Enstitüsünün kapatılması için planları olanlara dayanak olan yazılı belgenin bu belge olduğundan en ufak bir şüphem yoktur.”
Bu toplantıdan dört gün sonra okula geleceğini bildiren Peker Hükümeti’nin Eğitim Bakanı
Reşat Şemsettin Sirer, sözünü tutmayıp İsmail Hakkı Tonguç’un yerine İlköğretim Genel Müdürü olarak tayin ettiği sınıf arkadaşı Yunus Kâzım Köni’yi gönderir.
Okul Müdürü, eğitimbaşı ve öğrencilerle birlikte toplanılır. Gergin başlayıp gergin devam eden toplantıyı, elindeki listeyi sinirli bir şekilde masaya atarak, “Burası operasyon yapılacak bir çıbanbaşı olmuştur.” diye bitirir; yeni genel müdür Köni.
Genel müdür koltuğuna oturuncaya kadar, Yüksek Köy Enstitüsü’nde psikoloji öğretmeni olarak çalışan Yunus Kâzım Köni, 20 Kasım günü yapılan toplantıda söz alıp konuşan ve kendisini bu sinirli davranışından dolayı eleştiren öğrenciler İsmail Hakkı Kabakçı, Veli Uysal ve Veli Yazar için: “Hemen toplantıdan çıkın, bavullarınızı hazırlayın, bu okulda size yer yok!” diyerek işi iyice çığırından çıkarır.
İyi ki psikoloji öğretmeniymiş adam! Ya koltuğunu devraldığı Tonguç gibi resim-iş öğretmeni olsaydı neler yapardı, kim bilir!
Tonguç’un tırnağı kadar olsaydı keşke!..
Bu toplantıdan bir hafta sonra, Bakanlıktan bir şube müdürü gelir. Hasanoğlan’a. “Yüksek kısım öğrencileri toplansın” denilir. Daha öğrencilerin tamamı gelmeden Bakanlık görevlisi, elinde bir tomar liste ile:
“Yüksek Köy Enstitüsü kapatılmıştır. Öğrenciler Ankara’da bulunan yüksekokullara dağıtılmıştır. Şimdi kimin hangi okula gideceğini bildiriyorum. Yarın sabah, öğleye kadar sizi kamyonlar buradan alacak ve yeni okullarınıza gideceksiniz.” der demez, bütün öğrenciler “Olamaz!” diye bağırır. Toplantıya katılan eğitimbaşı Recep Gürel, kısa bir konuşmayla öğrencileri sükûnete davet eder.
Bütün kızlar Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’na, 1. sınıflar Balıkesir, Necati Eğitim Enstitüsü’ne, 3. sınıflar Gazi Eğitim Enstitüsü’ne, 2. sınıflar da Yüksek Ziraat Enstitüsü ile Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’na gideceklerdir.
O gece heyecan ve üzüntüden hiç uyuyamaz öğrenciler. İstemeye istemeye hazırlanırlar.
Gerçekten de ertesi gün trenle, otobüsle, kamyonla yeni okullarına doğru yola çıkarlar.
Bakalım, o gün için ne diyor, Prof. Çağlar:
“Hayatımın en büyük ayrılık acısını o gün yaşadım. Bu satırları yazarken dahi, o ayrılık günü çektiğim üzüntüleri aradan 61 yıl geçmesine rağmen, bütün belleğim ve benliğimle aynı şekilde duyuyorum.”
Özellikle 2. sınıf öğrencileri, eğitim gördükleri bilim dalı dikkatte alınmadan nakledilmişlerdir. Bu haksızlığın düzeltilmesi için ilgili makamlarla görüşmek üzere üç temsilci seçilir. Bunlardan biri de Doğan Çağlar’dır.
İlk olarak CHP Genel Sekreteri Şükrü Saracoğlu’nu ziyaret ederler. Kendilerini tanıtarak okullarının kapatıldığını söylediklerinde: “Aman çocuklar!.. Siz bir şey duyunca paniğe kapılıyorsunuz. Nasıl olur? Biz orayı en iyi okul olarak görüyor ve koruyoruz. Bunu kimse yapamaz.” der.
Fenerbahçe stadına adını veren bu zâtın, devlet ve millet işleriyle ne kadar ilgili ve ne kadar bilgili olduğunu görüyorsunuz, değil mi! Haydi, siz İnönü’nün yerinde olun da bu kadar değerli bir adamı adalet bakanı, maliye bakanı, dışişleri bakanı ve sonra da BAŞBAKAN yapmayın! (Gerçekten de bu makamların hepsinde bulunmuştur Saracoğlu)
Dört gün sonra tekrar ziyaret ederler Saracoğlu’nu. Bu kez de: “İlgillerle görüştüm. Sizi daha iyi okullara nakletmişler; mağdur değil, taltif etmişler.” der.
Daha sonra, İnönü’yü ziyarete giderler. Köşk kapısında görevli yarbaya görüşme konusunu ve
dileklerini yazılı olarak verirler. İnönü’nün, “Ben durumu öğreneceğim. Yarın gelsinler.” cevabı üzerine, ertesi gün (5 Aralık 1947) soğukta titreyerek tekrar giderler. Aynı yarbay, Köşk’e gidip geldikten sonra, Paşa’nın, “İsyan istemiyorum, gönderildikleri okullarda derslerine devam etsinler.” dediğini bildirir. Prof. Çağlar’ın sözleriyle bitirelim bu yazıyı:
“Çankaya Köşkü’nden İNÖNÜ’nün Hasanoğlan’da büstünün altına mermer levha üzerine inanarak yazdığımız, “Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içerisinde en kıymetlisi ve en sevgilisi sayıyorum.
Köy Enstitülerinde yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm oldukça yakından ve candan takip edeceğim.” sözlerini anımsayarak büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığı içinde ayrıldık.
“Eğer huzura kabul edilseydik, 27 Kasım günü onun bu sözlerinin yazılı olduğu büstü önünde çektirdiğimiz resmi Cumhurbaşkanımıza verecek, “Biz bu sözlerinize inanarak, güvenerek bu havada size geldik.” diyecektik. O büyük adam bizi huzuruna kabul dahi etmedi. Köy çocuğunun kapanmaz yaralarına merhem sürmedi.” (*)
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü 70 Yaşında (Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Kocabaş,
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları, 2013 izmir, sayfa 186-192)
Hüseyin Erkan
Dilem Yayınevi Genel Yönetmeni
Yorumlar